Soğuktan
etkilenmemek için hızlı hızlı yürüyordu, Hadi Bey. Kafasında kırk tilki
dolaşırken, bu ay da ay sonunu getirmenin haklı gururunu yaşıyordu. Dile kolay
tam 46 yıldır ay sonunu getirebilmişti. Devlet Demiryolları’nda geçirilen,
makine yağı ve pas kokuları ile dolu tam 46 yıl. Türkiye Cumhuriyeti’nin göz
bebeği kurumlarından olan Demiryolları’na 22 yaşında tazecik bir mühendisken
girmişti.
İlkokulu
Afyon’da tamamladıktan sonra, geri kalan eğitimini Ankara’da dayısının yanında
tamamlamıştı. Ankara Üniversitesi’nin makine mühendisliği bölümünü kazanmış,
kayıpsız bir şekilde bölümü bitirmiş ve kapı gibi diplomasını içi içine sığmaz
bir şekilde memleketine, babasına götürmüştü. Babası, bu küçük Anadolu şehrinde
kâtiplik yapmaktaydı ve şehir eşrafı tarafından büyük saygı görmekteydi. Oğlu
da başkentten mühendis çıkınca, duyulan saygı da kat kat artmıştı. Babasının
gururlandığını görmek, taze mühendis Hadi Bey’i de mutlu ediyordu.
Kısa
bir süre sonra başvurduğu memuriyet sonuçlandı. Devlet Demiryolları bu genç ve
gelecek vadeden mühendisi kabul etmişti. Hadi Bey, Bakım Mühendisi olarak Van
Bölge Müdürlüğü’ne atanmıştı. Devlet göreviydi bu beklemezdi. İki gün içinde
tüm hazırlıklarını yaparak yola çıktı Hadi Bey. Kara tren ile günler süren
yolculuktan sonra Van’a ayak bastı.
Temmuz
ayı olduğundan tatlı bir sıcak ile karşılaştı. Van’ın soğuğunun methini de
duymuştu, ama bizzat görmediği için o an henüz korkutucu gelmiyordu. “Aman
canım soğuk olsa ne olacak iki üç yıl içinde tayin ister tekrar bizim oralara
dönerim nasıl olsa.” diye düşünüyordu. Ne var ki hiç de beklediği gibi
olmayacak, tam 46 yıl boyunca Van’da çalışacaktı. Çünkü Van’da Fitnat Hanım ile
tanışacaktı.
Hadi
Bey, fidan boylu ceylan gözlü Fitnat’ı memuriyetinin daha ilk haftasında
görmüştü. Kiraladığı iki odalı eski Van evi, Fitnat’ın babası Terzi Ziya’nındı.
Mahalleye yabancı bir insanın girmesine başlarda tüm mahalleli karşı çıkmıştı
ama efendi mühendis Hadi Bey’i gördükten sonra bu muhalefetleri azalmıştı.
Devlet memuruydu nasıl olsa. O zamanın Van’ında devlet memurları büyük saygı
görürdü. Böyle böyle bu yabancı şehre alışırken, bir gün kapısı çalındı. İnce
yapılı narin bir kız elinde bir tencere yemek, başı öne bir şekilde bekliyordu.
Hadi Bey, kapıda öylece kalakalmış hoş geldiniz bile diyememişti. Hadi Bey’in
tutulduğunu anlayan akıllı kız, hafifçe gülümsemiş, “Annem bu tencereyi size
gönderdi, yazıktır al götür dedi, buyrun” dedi ve başını hafifçe kaldırdı,
“Ayran aşıdır, sıcak sıcak içersiniz.” Hadi Bey’in ağzından sadece “Sağ ol”
lafı çıktı.
Bir
kaç hafta içinde Afyon’dan Hadi Bey’in ailesi geldi. Fitnat, Terzi Ziya’dan
istendi, yüzükler takıldı ve düğün tarihi belirlendi. O zamanlar Van’da
askerlik yapmayana kız verilmezdi. Hadi Bey, alelacele işlemlerini tamamladı ve
asteğmen olarak Kastamonu’da askerliğini yaptı. Dönüşte, düğünü Van’da
yaptılar, Terzi Ziya bu konuda ısrarcı olmuştu. Düğünden sonra Afyon’a el
öpmeye gittiler, döndüler ve Terzi Ziya’nın iki gözlü evinde yaşamaya
başladılar.
Fitnat
ve Hadi Bey’in evlilikleri, pek çok evlilik gibi çok keyifli ve mutlu başladı.
Hadi Bey, üniversite okumuş kültürlü ve efendi bir adamdı. Fitnat ise akıllı,
muzip ve yerinde duramayan bir kızdı. Henüz 18 yaşındaydı, ama evliliğin her
günü daha da olgunlaşıyor, daha da bir aklı başında hale geliyordu. Hadi Bey
başlarda Fitnat Hanım demesine rağmen zamanla Fitnat’a geçiş yapmıştı. Fitnat
ise tanıştıkları günden beri Hadi Bey’e “Hadi Bey” şeklinde hitap ediyordu.
Akrabalarıyla, arkadaşlarıyla konuşurken dahi eşinden Hadi Bey diye
bahsediyordu. Hadi Bey, işte böyle artık tüm Van için “Hadi Bey” olmuştu.
Kayınpederi Terzi Ziya bile damadına “Hadi Bey” diyordu.
Hadi
Bey ile Fitnat’ın evliliklerinde günler günleri, yıllar yılları kovaladı.
Toplam üç çocukları oldu bir kız ve iki oğlan; Şebnem, Nihat ve Ferhat.
Çocukların hepsi okudu ve meslek sahibi oldu. Düzgün bir memuriyet maaşı ve Van
gibi küçük bir şehirde olduklarından, bir şekilde düzenli bir hayat
sürebiliyorlardı. Ev hayatının dinamikleri ise bambaşkaydı.
Fitnat,
yıllar geçtikçe daha güçlü bir kadın haline geldi. Hadi Bey ise fıtratı gereği
yumuşak başlı ve sakin biriydi. Her geçen gün Fitnat’ın Hadi Bey üzerindeki
etkisi arttı. Başlarda cilve ve naz şeklinde başlayan bu etki, sonraları yavaş
yavaş dikte etmeye ve zorlamaya dönüştü. Hadi Bey, çocukların ve evin huzuru
kaçmasın diye sesini çıkarmıyordu. Hadi Bey sesini çıkarmadıkça, Fitnat daha da
sertleşti. Çocuklar artık okula başladığında evde sadece Fitnat’ın borusu
ötüyordu. Bir süre sonra Hadi Bey de bu duruma alıştı, Fitnat’ın üstünlüğünü
kabul etti. Fitnat da elde ettiği bu güçle iktidarını sağlamlaştırdı. Her ay
maaşını alan Hadi Bey doğruca eve geliyor, tüm maaşı Fitnat’a veriyor, haftalık
olarak Fitnat’tan ödeme alıyordu. Aldığı ödeme ile evi geçindiriyor, günlük
masraflarını karşılıyordu. Fitnat da her ay artan parayı har vurup harman
savurmuyor, bankada açtıkları bir tasarruf hesabına aktarıyordu. İlerde ne
olacağı belli olmazdı, her an kötü bir şey olabilir, acil paraya ihtiyaçları
olabilirdi, kimseye muhtaç olmak istemiyordu. Fitnat, akıllı bir kadındı.
İşte
o gün de, o soğuk Aralık gününde Hadi Bey son kez işten evine hızlı hızlı
yürüyordu. 46 yıl boyunca çalıştığı Devlet Demiryolları’ndan emekli olmuştu.
Pek çok kez Eskişehir’den, hatta Ankara’dan terfi teklifleri gelmesine rağmen,
Fitnat gurbete gitmek istemediği için, tüm teklifleri reddetmişti. Zaten çok
hırslı biri de değildi, Van’da en son Bakım Şefi olarak hizmetini tamamlamıştı.
Bir
elinde çarşıdan aldığı bir kilo mandalina, diğer elinde ise kasaptan aldığı
yarım kilo kıyma vardı. Bu hafta da Fitnat’tan aldığı haftalığı yetiştirmişti,
böylece ay sonunu da getirmiş oluyordu. Bu aydan sonra emekli maaşı almaya
başlayacaktı. “Hey gidinin dünyası” diye düşündü Hadi Bey, “Bu iş de bitti.”
Zili
çaldı, bir yandan üşümemek için olduğu yerde hafif hafif zıplıyordu. Kapı
açıldı, Fitnat üstünde mutfak önlüğü başında yazması püfleyerek “hoş geldin
Hadi Bey” dedi ve içeri geri girdi, “Çabuk gir içerisi soğumasın.”
Hadi
Bey, yorulmuş ayaklarını, yanları kardan dolayı ıslanmış ve su çekmiş
ayakkabılarından çıkardı ve kapının yanında hazır edilmiş terliklerini giydi.
Poşetleri mutfak tezgâhının üstüne koydu. “Kasapta çok güzel dana eti vardı,
yağsız. Ondan yaptırdım kıymayı.” Fitnat sinirli bir şekilde gözlerini açtı,
“Dana kıyması mı aldın? Hadi Bey dana kıymasından içli köfte mi olurmuş? Sana
kaç kere söyledim yağlı kuzu kıyması alacaksın diye. Bir şeyi de becer be
adam!”
Hadi
Bey, Fitnat’ın sabah sadece kıyma al dediğini hatırlıyordu, kuzu kıyması ile
ilgili bir şey söylememişti. Neyse, diye düşündü, Fitnat
söylüyorsa doğrudur. “Özür dilerim hanım. Kafamdan çıkıvermiş. Sonrakinde
dikkat ederim.”
“Dikkat
etsen, iyi edersin.” Dedi Fitnat, önünde uğraştığı soğanlara geri döndü.
“Bugün,
son günümdü Fitnat. Artık emekli oldum. Bundan sonra rahatım. İş güç yok. Biraz
da devlet bize baksın.” dedi ve keyifle küçük bir kahkaha attı. Fitnat kafasını
kaldırmadan, “İyi” dedi, “Hayırlı olsun.”
Bir
süre sonra birlikte sofraya oturdular. Evde bekâr çocuk kalmadığından son bir
iki yıldır, bir Köroğlu bir Ayvaz sessiz sessiz yemek yerlerdi. Hadi Bey,
keyifle çorbasını yudumluyordu. Fitnat’ın eli gerçekten lezzetliydi.
Evliliklerinin en güzel yanı Hadi Bey’e göre bu sofralardı. “Çorba yine çok
güzel olmuş hanım.” Dedi, “Eline sağlık.”
Fitnat
hafifçe başını salladı. Kaşığını usulca masaya bıraktı, “Hadi Bey bugün tekrar
doktora gittim. Şu senin ahbabın, Fikret Bey’e. Şu benim son zamanlarımdaki
halsizliğim için.”
Hadi
Bey de çorbasına ara verdi, “E, ne dedi?”.
“Bir
şey demedi. Birkaç tahlil istedi. Bir hafta sonra sonuçlar çıkacakmış. Gelirken
Hadi Bey’i de getirin dedi.”
“Tamam,
gideriz birlikte. Hem nasıl olsa artık emekliyim. Bu hafta şu emlakçılık işini
de hallederim. Haftaya da Fikret Bey’e gideriz”
Bir
hafta sonra Fitnat ile Hadi Bey, Doktor Fikret Bey’in odasının kapısındaydılar.
“Ne dersin Hadi Bey, ciddi bir şey değildir ya?”
Hadi
Bey gözlerini kapatıp kendinden emin bir şekilde kafasını salladı, “Yok canım,
kuruntu yapma, kansızlık falandır. Son zamanlarda kendine dikkat etmedin zaten,
ondandır. Merak etme sen.”
Doktorun
kapısı açıldı, dışarıdakileri çok da umursamayan sekreter, Fitnat’ın ismini
söyledi ve içeri girin şeklinde bir işaret yaptı. Hadi Bey, Fitnat’ı önden
buyur ederek içeri girdi. Doktor Fikret Bey, karı kocayı ayakta karşıladı. “Hoş
geldiniz yenge hanım. Buyurun şöyle.” diyerek kadını sandalyeye yöneltti. Hadi
Bey de doktorun elini sıktı, “Nasılsın Fikret Bey? İşler nasıl?” dedi.
“Çok
şükür Hadi Bey, doktorluk işte, akşama kadar insanlara şifa dağıtıyoruz kendi
çapımızda.” Dedi gülümseyerek. “Senin işler nasıl?”
“Emekli
oldum ben de geçen hafta.”
“Aa
gerçekten mi? E hadi hayırlı olsun. Darısı bizim başımıza.” dedi içtenlikle,
“Şimdi ne yapıyorsun? Kahve hayatı mı yoksa?”
“Yok,
kahve falan hiç bana göre değil. Bir emlak bürosu açtım. Emlakçılık yapacağım.
Biliyorsun Van’da bu işi ticari bir şekilde yapan kimse yok, büyük şehirlerdeki
gibi… Biz de bir deneyelim dedik. Bakalım hayırlısı.”
“Vallahi
iyi yapmışsın Hadi Bey, özellikle dışarıdan benim gibi gelen memurlara bile iş
yapsan, yine iyi kazanırsın. Allah kolaylık versin.”
“Amin”
dedi Hadi Bey. “Allah razı olsun.”
“Yenge
hanım, sizin tahliller de geldi.” Dedi doktor tekrar ciddiyete bürünerek.
“Maalesef çok iyi haberlerim yok.”
“Hayırlısı
olsun.” Dedi Fitnat, içindeki korkuyu sesine yansıtmamaya çalışarak.
“MS
hastalığı dediğimiz bir hastalığa yakalanmışsınız. Beyin ve merkezi sinir
sistemini etkiliyor. Ataklar şeklinde gözükür genelde. Maalesef henüz etkin bir
tedavi yöntemi yok.”
Hadi
koltuğunun ucuna kadar gelmişti. Bir elini masaya koymuş, dikkatle doktoru
dinliyordu. “Peki neden oluyormuş bu hastalık Fikret Bey?” dedi.
“Tıp
henüz nedenini bilmiyor Hadi Bey. Vücut kendi kendine saldırıyor bu hastalıkta.”
“Hep
böyle halsizlik mi olacak etkisi?” dedi Fitnat.
“Belli
olmuyor yenge hanım, her hastada farklı şekilde tezahür ediyor. Hastalık
ilerlediğinde genellikle vücudu zayıflatıyor. Her ay kontrole geleceksiniz.
İnşallah Allah şifanızı verir.”
Hadi
Bey ile Fitnat düşünceli düşünceli eve yürüyorlardı. “Bir de Ankara’ya gideriz
Fitnat, oradaki doktorlara da bir gösterelim?” dedi Hadi Bey.
Fitnat
dudaklarını büzüştürdü ve kafasını iki yana salladı. “Sen demez miydin Fikret
Bey gibi doktor Ankara’da bile yok diye? Hayır efendim. Fikret Bey’den
başkasına gitmeyeceğiz. Ederse, o beni iyi edecek.”
Haftalar
haftaları, aylar ayları kovaladı. Hadi Bey’in emlak işi geçen iki senede iyice
büyüdü. Şehir dışından gelen tüm memurlar, ev bulmak için hep Hadi Bey’e
gidiyorlardı. Hadi Bey, tek başına işleri yetiştirememeye başlayınca yeni
elemanlar aldı ve daha büyük bir büroya taşındı. İki sene sonunda şehir
merkezinde üç katlı bir binada işleri yürütüyor, yanında yirmi kişi
çalıştırıyordu.
Fitnat’ın
hastalığı ise önceleri geriler gibi olmuş, ama sonradan daha da kötüleşmişti.
Ataklar daha sık gelir olmuştu. O güçlü, kendinden emin, dağ gibi kadından eser
kalmamıştı. Fiziksel olarak çökmüş, zayıflamış, zavallı yaşlı bir kadına
dönüşmüştü. Sürekli kendini yorgun hissediyor, kas ağrıları ile baş edemiyordu.
Bir sene sonunda artık Hadi Bey’in ısrarlarına karşı koyamamış, Ankara’ya
Hacettepe Hastanesi’nde bir profesöre gitmişlerdi. Profesör de Fikret Bey’in
söylediklerinden farklı bir şey söylememiş, yapacakları bir şey olmadığını
anlatmaya çalışmış, endişeli karı kocayı gerisin geri Van’a göndermişti. İkinci
yıl, daha da kötü geçmişti. Fitnat her geçen gün ölümüne bir adım daha
yaklaşıyordu.
O
akşam yine iki sene önceki gibi bir soğuk vardı. Hadi Bey son model Mercedes
otomobilini usulca yeni evlerinin garajına çekti. Arka koltuktaki erzak
poşetlerini aldı ve girdi. Anahtarını kilide soktu fakat çeviremeden Fitnat
kapıyı açtı. “Sen mi geldin?” dedi ve cevap beklemeden içeri geçti, “Çabuk gir,
içerisi soğumasın.”
Hadi
Bey ayakkabılarını çıkardı, kapının kenarında duran terliklerini giydi ve
mutfağa yöneldi. Erzak poşetlerini mutfak masasına koydu ve paltosunu çıkardı.
“Kasaba güzel bir dana eti gelmişti, böyle yağsız lokum gibi. Beş kilo kıyma
yaptırdım. Yarın kebap yaptırırsın aşçıya.” Dedi.
“Ne
kebabı Hadi Bey? Dana etinden kıyma mı olur? Sana söyledim yarın misafirlerim
gelecek içli köfte yapacağım diye! İçli köfte dana etinden olmaz. Kaç kere
söyledim, kuzu eti alacaksın içli köfte için!”
Ne
zaman söyledin? diye düşündü Hadi Bey ama bir şey
demedi.
“Dana
etinden kebap da olmaz içli köfte de! Bir şeyi de düzgün al be adam. Kaç
senedir aynı şey. Hiçbir şeyi beceremez misin sen ha? Hiçbir işe yaramaz
mısın?” dedi Fitnat. Daha da devam edecekti ama bir öksürük nöbeti sözünü
kesti. “İşe yaramaz adam!” dedi son bir nefesle.
Hadi
Bey, karşısında iki büklüm duran zayıf kadına dikkatlice baktı. Kırk yıldan
fazladır evliydi Fitnat’la. Yıllardır bu evlilikte hep ezilen olmuştu. Hep
Fitnat’ın borusu ötmüştü. Yıllarca “Tamam hanım.”, “Sen nasıl istersen Fitnat.”
diyerek geçirmişti ömrünü. Her ay demiryolu mühendisi maaşını getirmiş Fitnat’a
vermişti. Evi de parayı da Hadi Bey’i de hep Fitnat yönetmişti. Ama ne olmuştu
işte sonunda? Fitnat bir zavallıya dönüşmüştü. Hastalık onu yiyip bitirmişti.
Karşısında o eski Fitnat yoktu, zayıf bir ihtiyar vardı. Hem kendisi de
değişmişti bu son iki senedir. Emrinde tam yirmi kişi çalışıyordu. Van’ın en
zenginlerinden biri olmuştu. Kayınpederi Terzi Ziya’nın oğulları bile artık ona
saygı duyuyordu. Saygıdeğer bir esnaf, güçlü bir insan olmuştu. Vali bile Van’a
tayini çıkınca evini onun yardımı ile tutmuştu. Artık o Hadi Bey de yoktu,
güçlü bir erkek vardı. Bu kadın kim oluyordu da ona “İşe yaramaz”
diyebiliyordu? Haddine miydi hiç? Kendini ne sanıyordu. Koskoca Hadi Bey’e,
emlak kralı, evet kral gibiydi, o güçlü insana nasıl işe yaramaz diyebiliyordu?
Yıllardır içinde biriktirdiği duygular bir anda yeryüzüne çıkmıştı. Hadi Bey
derin bir nefes aldı ve Fitnat’a sert bir tokat attı.
Zavallı
kadıncağız, daha tokadın yarısını yemişken yere yığıldı. Kansızlıktan
beyazlamış yüzünde Hadi Bey’in parmaklarının çarptığı yerler utançtan da daha
kırmızı bir renkle kendini belli ediyordu. Yerden kalkmaya çalışıyor ama
başaramıyordu. Az biraz doğrulabilmiş, büyük bir üzüntüyle yıllardır gurur
duyduğu, çok sevdiği ama bunu bilerek belli etmediği hayat arkadaşına ağlamadan
ama gözleri yaşlı bir şekilde bakıyordu. Gözlerinde kızgınlık değil, hayal
kırıklığının verdiği kırılmışlık duygusu vardı.
Hadi
Bey, o güçlü esnaf, o güçlü insan, hayatı boyunca kendini hiç bu kadar güçsüz
ve zavallı hissetmemişti.
*** SON ***
Super olmuş! emeğine sağlık Oğuz abicigim
YanıtlaSil